NESLİHAN KARATAŞ
Nejat’ı sordum arkadaşlarına, onların dilinden dinledim Nejat’ı, içimi sadece anlatma telaşı değil sohbet etme heyecanı da sardı. Dahası kendimi onların yerine koyuyor, dublörlüğü abartıyordum…
Devrimci Bir adamın,
Hikayesine,
Hayallerine
Dostluklarına,
Düşünsel Dünyasına,
Devrimine
Biraz da dublörün başröle nasıl öykündüğüne dair,..
Nejat’ı sordum arkadaşlarına, onların dilinden dinledim Nejat’ı, içimi sadece anlatma telaşı değil sohbet etme heyecanı da sardı. Dahası kendimi onların yerine koyuyor, dublörlüğü abartıyordum. Biliyorum ki kızmayacaklar. Çünkü anlatıları inkârı bir fikir ve sonucu olan bir ölümsüzlük üzerine kurulu. İsmini Mustafa Suphi’ler için yazılmış Nazım’ın bir şiirden almış o adam, bana sesleniyordu,”Yoldaş unutma bunu burjuvazi/Ne zaman aldatsa bizi/Böyle haykırır/-hav…hav…hak…tü.” Anlatmaya başlıyor Nejat’ı birinci kişi: Nejat kapitalizmi bir iç savaş toplumu olarak görür ve bu savaş toplumunu anlamak üzerine çalışmalar yapardı.. “Gel Kapital’in birinci cildini çalışalım” dedi. Ve Kapital’in birinci cildini iç savaş toplumu olarak konuştuk, tartıştık. Nejat’ın tabiriyle “Türkiye’de kapitalizmin tarihi tuhaf bir şekilde, belirli bir gelişkinlik düzeyinde midir ya da değil midir?” şeklinde gelişiyordu. Nejat, bu toplumu şekillendiren etkilerin ne olduğu üzerine sürekli olarak kafa yoran bir insandı. Bu, yalnızca kitaplar üzerinden yürüyen bir çaba değildi. Nejat’ın yaşadığı coğrafyadaki hatta dünyanın değişik yerlerindeki bütün devrimci iradelerle ilişkileri, arkadaşlıkları bağlantıları olan bir çalışma biçimiydi.” Adında bir tarih saklı olan Nejat… Dedesinin davası yolunda yürümüş, babasının hem oğlu hem yoldaşı olan Nejat… İkinci kişi alıyor sözü ve başlıyor anlatmaya Nejat’ı: Nejat devrimci potansiyel gördüğü, dönüştürebilme kabiliyeti görebildiği her yerde, sonuna kadar dururdu. Eleştirileri önemserdi. Kuzguncuk’ta beraber kalıyorduk. Bu kararını bize söylemedi ama çok belliydi gideceği. Bunu bir güvenlik meselesi olarak yapmış olabilir. Biz ölüm haberini alana kadar oraya gittiğini bilmiyorduk. Çünkü Nejat böyledir, mesaj atarsın, ararsın geri dönmez. Aylarca kapanır sonra birden ortaya çıkar… Biz yine öyle olacağını düşünüyorduk. 68 Kuşağı’ndan bir anne, 78 Kuşağı’ndan bir babanın evladı Nejat. Dedesi Niyazi Ağırnaslı, Deniz Gezmiş’in avukatlarından biri. Soma’ da doğmuş. Doğduktan iki saat sonra annesi ve babası kaçak olduğu için hastaneden kaçırılmış. 17 yaşına kadar Almanya’da kimliksiz yaşamış bir arkadaşımız. 6 yaşında Almanya’ya iltica ediyorlar. Nejat’ın Almanya’dan Türkiye’ye gelişi devrimcilik içindir.” Onlar Nejat’ı anlatmaya devam ederken, kendimle de konuşmayı ihmal etmiyorum. İnsan hiç tanımadığı birini özler mi? Nejat’ı özlediğimi hissediyorum. Ardından hemen toparlanıyor, sözü tekrar ikinci kişi’ye veriyorum: Biz Nejat’la son 2 ayını aynı evde geçirdik. Nejat’ı tek bir şeyin içine koyamayız; iyi bir çevirmendi, sosyologdu, yazardı, entelektüeldi ve devrimciydi… Boğaziçi tersaneler grevini yürüten arkadaşlardan biriydi. Kardeş üniversite kampanyasında aktif rol alan biriydi. Filistin halkıyla dayanışan biriydi. Nejat devrimci potansiyel gördüğü her yerde kendini ifade etme durumu zorlayan bir arkadaştı. Elitist akademiye karşı da olan bir adamdı. Nejat özellikleri ve yetenekleri bakımından çok üst sınıf bir hayat sürebilirdi, ama gününün 10 saatini çeşitli yayınevlerine çeviri yapmakla harcayan bir arkadaşımızdı. Aynı zamanda önemli bulduğu yazarların metinlerini de çevirip sosyal medyada sunuyordu. Şimdi “Boğaziçi öğrencisiydi, 3 dil biliyordu” gibi haberler dönüyor ana akım medyada…2011 yılında KCK operasyonları kapsamında gözaltına alınmıştı. Boğaziçi’ndeki arkadaşları Nejat’la alakalı bir kampanya yaptılar ve o kampanyanın etkisi ile Nejat bir cezaevi süreci yaşamaktan kurtuldu. Ama buna şiddetle karşı çıkıyordu. “Ben Boğaziçi yüksek lisans öğrencisiyim diye, ana akım medyada yazıp çizen bir kaç yazar tanıyorum diye…” bu davanın sırf bunun üzerinden ilerlemesine karşıydı. Çok sinir oluyordu bu duruma.
Kafamda Lenin’in bir çevirisi şöyle olan sözü dönüyor: “Kurşinidir aslında teori, oysa yemyeşildir yaşamın altın ağacı.” Birinci kişi de devam ediyor konuşmaya: Nejat aynı zamanda çok erdemli biriydi. Dönüştürmek istediği kitleyi anlamak için sosyoloji okumuştu. Ona okulda kalmasını önermiş hocası ve reddetmiş, çünkü o Boğaziçi’ne akademisyen ya da sosyolog olmak için gitmemişti; “devrimcilik yaparken bunu bir araç olarak gördüğüm için geldim” diyordu. Çok iyi bir tartışmacıydı. Diyelim ki sizin söylediğiniz onun hoşuna gitmemişse sizi kışkırtacak şeyler söylerdi ama bunu sizin fikirlerinizi temellendirmeniz ve daha iyi bir şekilde ortaya koymanız için yapardı. Yoksa sizde bir gönül kırıklığı yaşatmaya çalışmazdı, çok iyi bir dinleyiciydi.
“Oğlumu, yoldaşımı, Nejat’ımı Kobane’de kaybettim. Önünde çok parlak başka hayatlar varken o devrimci dayanışmayı seçti. Sözünde durdu. Beni yanıltmadı. Bir parçam olduğunu bana hediye etti. Her acı büyüktür. Tekrarı yoktur. Onun önünde saygı ile eğiliyorum” diyor Nejat’ın babası; ellerinden öpmek istiyorum babasının. Ardından birinci kişi anlatmaya devam ediyor tekrar Nejat’ı: Haziranla birlikte ona göre yapılması gereken şeyler yapılmıyordu. Sonra Kobane’de Rojava’da yaşananların tekrar devrimci bir dalgayı yaratabileceğini düşündü. Bir komünist olarak burada yer almak gerektiğini ifade ediyordu. Oraya geçtikten sonraki sürecini bilmiyorum. Tasarımı 70’lerde Denizlerin Filistin’e gidişi gibiydi… Orada bir devrim gerçekleşiyor orayı sadece bir direniş değil aynı zamanda bir kuruluş olarak görüyordu. Nejat bizim burada geliştirdiğimiz fikirleri onların aynen orda uyguladıklarını görüyordu. Bunun nasıl dışında kalınabilirdi ona göre. Bu durumu sadece Kobane ile sınırlı tutmuş bir hali de yoktu. Bu süreçle birlikte dünya devrimci hareketinin de Kürt özgürlük hareketinin de değişeceğini düşünüyordu. Kobane’ye ne zaman geçtiğini bilemiyorum ama konuşmalarımızdan gideceğini seziyordum. Benden ayrılırken, “Maraş’ta arkadaşımın düğünü var, hatta kız tarafı zengin olduğu için arkadaşımı eziyorlar, ben de arkadaşıma moral vermek için gidiyorum” dedi.
“Özgürlük esmer yüzünde bir gamzedir” mısrası geliyor aklıma. Nejat’ın gamzeli resmine bakıyorum, ne güzel gülüyor… Devam ediyor İkinci kişi: Bir gün gözlük takmış geliyordu, ‘hayırdır?’ dedim. “Abi günde 10 saat çeviri yapıyorum, yetiştirmem gereken çeviriler var, o sırada radyo açıyorum halk müziği çalıyor ve kendimi Bağcılar’da bir tekstil atölyesinde bir işçi gibi zannediyorum” dedi. Nejat’ın bir yazısı vardı: Freelance çalışanlar örgütlenebilir mi? diye. Aslında kendisine de soruyordu bu soruyu. Kendi arayışının bir sonucu olarak yazıyordu metinlerini de. Nejat’ın çok sevdiği ve tekrarladığı o söz : “Her yürek Devrimci bir Hücredir. Hayal Gücü İktidara!” Herhalde Nejat’ı tanımlayan en güzel sözlerden birisi… Oradan bir mektup bırakmış arkadaşlarına bu sözü de tekrar ederek. Ben o mektuptan sonra bu sözü söylüyorum artık Nejat’ı tariflerken.”
Konuşmalarımızı tamamlıyoruz arkadaşlarıyla ve mırıldanıyoruz sanki hep birlikte: “Ölüyor çarpışarak insanlarımız-halbuki nasıl hak etmişlerdi yaşamayı-ölüyor insanlarımız-ne kadar çok-sanki şarkılar ve bayraklarla bir bayram günü nümayişe çıktılar öyle genç ve fütursuz…”