Nejat’ın Kobané’ye gitmeden önce çevirdiği kitapları ve broşürünü buradan indirebilirsiniz.
Yoksullar, Dilenciler, Berduşlar
“Hayduluk, kapitalizm öncesine has, somut olguları esas alan bir düşünme ve davranış biçiminden doğuyor. Buna uygun bir biçime, yeni çağın erken döneminde özellikle ücra bölgelerde gelişiyordu: Almanya’da orta büyüklükte olan dağlarda, İtalya’da, Pireneler’de, Osmanlı’nın sınırlarında. Bölgesel parçalanmışlık, kolaylaştırıcı bir unsurdu, çünkü sınırlar takibattan sakınmayı olanaklı kılıyordu. Savaşlar, ister orta çağın geç dönemindeki davalar olsun, Otuz Yıl Savaşı olsun, Türk Savaşları olsun isterse de Fransa’daki dinî savaşlar olsun; şiddet eğiliminin, bayağılaşmanın ve toplumsal açıdan köksüzleşmenin potansiyelini açığa çıkarıyordu ki, bu da önemli bir ön koşuldu. Bunun aksine, merkezi yasalar, işleyen bir idare ve içeride sınırların olmaması çetelerin oluşmasını engelliyordu. Böylece, yeni çağın erken döneminde İngitere’de tek başına hırsızlık yapanlar, evleri soyanlar ve sokakta gaspçılık yapanlar vardı ama suçlulardan oluşan kıyaslanabilir bir grup yoktu. Bunun dışında, kendisini buna uygun bir biçimde ayarlayan kişilere, anlatılar ve mitleştirmeler üzerinden örnekler ve davranış düsturları sunan uygun bir söylemin mevcudiyeti bir rol oynuyordu.”
“Yoğunlaşmanın en sık rastlanan biçimi hâlihazırda elde bulunan sermayenin kendi kendisini çoğaltmasıdır (Marx’ın diliyle, kendi kendisine değer katmasıdır). Böylelikle, sermayenin varlığı zaten bir ön koşul olarak öne sürülmüştür. Peki, sermaye ne zaman oluştu, başka bir ifadeyle: Nasıl oldu da tarihsel açıdan güya “ilk” sermaye oluştu? Marx, bu soruyu “sözde ilk sermaye birikimini”72 betimleyerek cevaplar. Burada, “sözde” sıfatı “ilk birikime” şüphe düşürür: Buna göre, bu terim, siyasal iktisatta [ekonomi politik –çev.] bir “günah” sayesinde zenginlerle mülksüzler arasında bir ayrışmanın oluştuğu, fazla açıklık getirilmeye muhtaç olmayan bir tür yaradılış efsanesi gibidir: “Evvel zaman içinde, bir tarafta çalışkan, akıllı ve her şeyden önce de tutumlu bir seçkinler grubu, diğer tarafta tembel, ellerine geçen her şeyi ve daha fazlasını har vurup harman savuran bir serseriler grubu vardı.”73 Burada, siyasal iktisadın aslında bu ayrışmayı açıklamaktan imtina ettiği kast edilir. Nihayetinde Marx bunu telafi eder: Burjuva siyasal iktisadı tarafından adeta bir ilk başlangıç, yani koşulsuzmuşçasına sunulan o ilk birikim, kapitalist olmayan mülkiyetin kapitalist mülkiyet tarafından imha edildiği ve nüfusun büyük bir kesiminin ücretli emekçilere dönüştürüldüğü şiddetli bir süreçti: “Kapitalist üretimin ilk belirtileriyle dağınık olarak bazı Akdeniz kentlerinde daha 14. ve 15. yüzyıllarda karşılaşılmakla beraber, kapitalist dönem ancak 16. yüzyılla başlar. Kapitalist üretimin ortaya çıktığı her yerde, serfliğin ortadan kaldırılması çoktan başarılmış ve Orta Çağın en parlak ürünü olan egemen kentler düzeni çoktandır yok olma yolunu tutmuş bulunuyordu”
“Filistin tarihi, fazlasıyla, sadece Yahudi-Arap karşıtlığı açısından algılanır ve buna uygun olarak da genellikle Yahudilerin (modern) göçünün tarihi olarak belirlenen 1882 yılı yeniçağın tayin edici dönüm noktası olarak belirir. Şimdi, 1881/82 yılları bölgesel düzeyde gerçekten önemli bir tarihtir: Tunus 1881’de Fransa’nın himayesine sokuldu, 1882’de Mısır Britanya tarafından işgal edildi; bunlar, Osmanlılar tarafından büyük kaygılarla kaydedilen olaylardı. Ama 1882 yılı sadece, tarih, neticelerinden doğru yazıldığında ve inşa edilen Siyonist yapıtın ve böylece İsrail devletinin başlangıçları arandığında Filistin için bir kırılma noktası olarak değerlendirilebilir. Buna karşın, ülkeye 19. yüzyılın geç dönemlerinde ve 20. yüzyılın başlarında tarihsel açıdan bakmak için bu pek anlamlı değildir: Hem Siyonist hem de Siyonist olmayan Yahudi göçmenler Birinci Dünya Savaşı’na kadar marjinal kaldı; yerel ekonomide, toplumda ve kültürde bir kesintiden bahsedilemezdi; ilk etapta siyaset bile dikkat çekecek bir biçimde etkilenmemişti. Bu dönemde Siyonist angajman ağırlığını koymasa da Yahudi yaşantısının merkezi olan Kudüs istisnai bir durum arz ediyor ve Avrupa menşeili çıkarlar özel birbiçimde buraya yöneliyordu.”
Tarihin Yapıları
“Her biri aynı zamanda yeni bir başlangıç olan pek çok çöküş -yeni çağların doğumu- söz konusu. Bu dönüşümlerin ortak yanları ve farklılıkları nelerdir? Bunlardan yola çıkarak kendi çağırnızın sonuna ve yeni bir dönernin doğuşuna dair bir şeyler öğrenebilir miyiz? insanlığı hangi kararlar bekliyor? Her şeyden önce, hangi çağda yaşadığımızı bir düşünelim.
Dünyanın dört bir yanında son derece farklı toplurnsal katmanlara mensup birçok insan, çağırnızı her şeyden önce yıkırnla özdeşleştiriyor: Bizi koruyan ozon tabakasının incelerek delinmesi, küresel ısınrna, orman kıyırnı, nükleer enerji kullanımı gibi bir suçun işlenmesi, denizIerin zehirlenrnesi, içme suyu rezervlerinin yetersiz hale gelmesi, yaklaşan savaş tehlikesi ve dünya çapında acizliğin, sefaletin ve yoksulluğun ölümcül zaferi. . . Fakat aynı zamanda toplumsal yapıların da, insanları çaresizlikten öz yıkıma, suça, uyuşturucu bağırnlılığına, intihara ve nefrete iterek aşınması söz konusu.”
Menkıbe
“1971 açıklanamayandır, örgütlere rağmen onların bünyesini tahkim edecek taze kanları tedarik edendir. Semptom değil, marazdır. Kendi dışına doğru hareket ettirendir. Tüm bu anlatıları kuran ve parçası olanların açıklayamadığı bir konu var:
1968, güzel güzel toplumsal dinamiklere ayrılarak anlatılabilirken, toplumsal hareketler açıklanabilirken, “devrimci” bir
var olma hali açıklanamıyor. 1971, bugünkü solcu aktivist siyasetçilere “sen nasıl devrimci oldun” ve “bugün ne yapıyorsun”
sorularını sordurtuyor. İşin ilginci toplumsal hareketler ve dinamiklere dair bin bir masalı olanlar, iş “devrimcileşme” meselesine, insanların neden bu yolda yürüdüklerine gelince ancak anılar olarak anlatabiliyor, öykünün temel birimi birey ve onun kararı oluyor. Volontarizm, üst düzeyde tekrar ediyor. Mesele şudur: 1971 bir hata ise, bu “hata” niye oldu? O kadar yere göğe sığdırılamayan “tarihsel ve diyalektik materyalizm” burada neden arıza veriyor? Cevap basit: Mesele sadece bir maceracılık değildi, bunun bir sınıfı vardı, o da “küçük burjuvaziydi”! Peki, bu “küçük burjuvaziyi” en çok diline pelesenk edenler acaba nereden gelmektedir? Sihirli bir değnekle, ideolojik berraklaşmanın sonucunda sınıf intiharı mı gerçekleştirdiler? O zaman sınıf, ideolojik bir kurgudur, atlanabilir ve intihara uğrayabilir. “Diyalektik ve tarihsel materyalizmin” idealizm ile amansız savaşı ne kadar da makul sonuçlar veriyor!
L. Auguste Blanqui’nin Devrimci Teorileri
Blanqui, ortodoks politik iktisada yönelik eleştirisini, karakteristik bir biçimde, ahlaki terimler çerçevesinde ele aldı. Tutumluluğa ve tasarrufa dair klasik ilahlaştırma, Blanqui’nin gözünde, tam da eşdeğerliliğin “doğal” sistemini mahveden ve tefeciliğin tüm kötülüklerini ortaya çıkaran süreci teşvik etmek için kullanılan bir dalavereydi. En müsrif serserilik
veya başıboş savurganlık, akademisyenlerin tutumlu burjuva fikriyatına yeğdi.32 Tefeciliğin haram kazancının nakit birikiminden geldiğini gizleyen çeşitli “sermaye” tanımları, onun hakikaten şeytani olan karakterini çelişik ve kafa karıştırıcı formülasyonlarla muğlâklaştırmaya dönük bilinçli girişimlerin meyveleriydi.
2 Yorumlar
Menkıbe’yi indirmek istiyorum ama 20 sayfalık içindekiler ve boş sayfalardan oluşan bir pdf iniyor sadece…
tekra dene. çünkü indrime linkindeki pdf orjinal kitap kalıbı